Emekli diplomat Onur Öymen, Cumhuriyet Gazetesi’nden İklim Öngel’in sorularını yanıtladı.
Öngel’in sorularına Öymen’in verdiği cevaplar şöyle:
- Erdoğan, BM Genel Kurulu için gittiği ABD’de Türkiye'nin Hamas'la ilişkisi bağlamındaki soruya Hamas için “terör örgütü değil, direniş grubu” yanıtı verdi. Türkiye, bu toplantıda ne elde etmiş oldu?
Burada kimin terör eylemi yaptığını tespit etmek önemli. Orta Doğu'da terör faaliyetleri Müslüman örgütlerle başlamıyor. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra çeşitli ülkelerden gelen Yahudilerin bölgeye iskan edilmesi amacıyla Filistinlilerin topraklarından uzaklaştırılmasını hedef alan ve bazı emperyalist ülkeler tarafından kurdurulan terör örgütleri var. O örgütlerin eylemleriyle Filistin halkı üzerinde muazzam bir terör estiriliyor ve bu yolla yüz binlerce Filistinli evlerinden uzaklaşmak zorunda bırakılıyor. Fakat işin ilginç tarafı şu: İngiltere kendilerini frenlemek isteyince bu örgütlerin İngiltere'ye karşı terör saldırıları başlatmaları ve İngilizlerin bölgedeki karargahını barındıran oteli havaya uçurmaları. Kim teröristtir, kim değildir” tartışması o zamanlardan beri devam ediyor.
‘5. MADDE TERÖR İÇİN UYGULANDI’
Burada bir başka konu da; terörün açık ve herkesin kabul ettiği bir tanımının olmaması. Bazılarının “terör örgütü” dediğine bazıları “değil” diyor. Terör örgütlerine karşı alınacak tedbirler konusunda da görüş birliği yok. Örneğin NATO'nun 5. maddesi, Bir NATO ülkesine karşı yapılan konvansiyonel veya nükleer saldırının bütün NATO ülkelerine yapılmış sayılacağı, her ülkenin buna karşı tedbir alması gerektiğini belirtiyor. Ancak madde terör saldırılarını kapsamıyor. Biz Türkiye olarak, 1999 NATO Zirvesi’nde terör saldırılarının da bu madde kapsamına alınmasını önerdik ama kabul edilmedi. Buna rağmen 2001’de İkiz Kulelere yapılan saldırıların 5. madde kapsamına girdiği NATO Konseyi’nde kararlaştırıldı. NATO tarihinde ilk ve bugüne kadar son kez 5. madde uygulandı.
- Bundan ne anlamalıyız?
Bu gibi uygulamalar devletlerin o zamanki menfaatine göre değişiyor.
- Yine ABD ziyareti sırasında New York sokaklarında Türk bayrağı ve Erdoğan görselleriyle “Adil bir dünya için her adımda birlikte”, “Beşin ötesinde küresel bir sistem”, “Daha adil bir dünya için reforme erdilmiş bir BM”, “Türkiye insani yardımda ve sürdürülebilir kalkınmada ortak” yazıları olan araçlar gezdi. Bu görüntüler Türkiye’ye ne kazandırır?
Bana sorarsanız bu gibi yöntemlerin fazla faydası yok. Devletlerin görüşlerini Amerikan kamuoyuna benimsetmek için uyguladıkları çeşitli yöntemler var. Bu da onlardan biri. Ama asıl etkisi olan lobilerdir. Bunlar hem kongre üyelerini hem de ABD hükümetini etkilemeye çalışırlar. Fakat Amerika yönetimini ve kamuoyunu etkilemek için mutlaka bazı faaliyetler yapmalı.
- Ne gibi?
Mesela kongre üyelerini ve senatörleri ikna etme faaliyeti. Biz bunu Sayın Elekdağ’ın Washington Büyükelçiliği sırasında yaptık. O zaman kongrede bir sözde Ermeni soykırım tasarısı gündeme getirilmeye çalışılıyordu. Ermeni lobileri yeterince çoğunluk bulmuştu. Buna karşılık biz de gittik, Amerika'da çok sayıda kongre üyesini, senatörü, danışmanlarını, ailelerini Türkiye'ye davet ettik. Ben de bu işle görevlendirilen diplomatlardan biriydim. Türkiye'de ilgili devlet adamlarıyla, gazetecilerle, aydınlarla, akademisyenlerle bunları görüştürdük. Bu son derece faydalı oldu. Neticede Ermeni lobisinin gücü azaldı ve aşağı yukarı otuz farkla onların lehine olan denge otuz farkla bizim lehimize döndü.
- Bu lobi faaliyetleri hala yapılıyor mu?
Sanmıyorum. Bence buna benzer faaliyetlerin yapılması etkili olur. Yoksa sokaklardaki bazı gösterilere bakarak Amerikan yetkililerin karar vermesi ihtimalini kuvvetli görmüyorum. Kongreden sözde Ermeni soykırım tasarısının geçmesinde bu gibi önlemlerin eksikliği etkili olmuştur.
- ABD seçimlerini kimin kazanması Türkiye’nin çıkarları açısından daha olumlu olur?
Bizim öteden beri geleneğimiz başka ülkelerin iç işlerine karışmamaktır. Maalesef bugün dünyada başka bir kural geçerli. Mesela Trump'ın bundan önceki seçimi sırasında Rusya’nın müdahalesi tartışılıyordu. New York Times’da eski istihbarat uzmanları, “Rusya ABD'deki seçimlerde etkili olmaya çalışmış mıdır” sorusuna “Tespitlerimize göre Rusya 36 ülkenin iç politikasına, seçimlerine, hükümet değişikliklerine etkili olmaya çalışmıştır. Ama biz ABD olarak, 81 ülkede aynı işi yaptık” dediler ve neler yaptıklarını anlattılar. Türkiye açısından buna karşı biz “Ulusal çıkarlarımızı, tam bağımsızlığımızı nasıl koruyabiliriz” diye düşünmeliyiz, yani dönüp önce kendimize bakacağız. Başka ülkelerin Türkiye'nin iç politikasına müdahale etmesine fırsat vermemek lazım. O zaman kimin kazandığının da önemi olmaz.
- Türkiye İsveç’in NATO’ya katılımına aylar önce onay verdi. Ancak F16’larla ilgili gelişme yok, F16 alabilecek miyiz?
Öncelikli mesele Türkiye’nin F-35’leri almasının niçin engellendiğidir. F16’lar meselesi daha sonra gündeme geldi. Türkiye'nin çıkartılmasının esas sebebi Türkiye'nin Rusya’dan S-400'leri almış olması mı, yoksa başka sebepleri de var mı? Çünkü eğer Rusya'nın hava savunma sistemini bir NATO ülkesinin satın alması çok yanlış bir iş ise ve buna karşı yaptırım uygulanıyorsa Yunanistan'ın daha önce S-400'lerin bir önceki modeli olan S-300'leri almasına niye kimse tepki göstermedi? Hatta bunlar bazı NATO ülkelerinin tatbikatlarına da katıldı. Başka NATO ülkelerinde de S300’ler var. Bunun başka sebeplerini araştırmak lazım.
‘S400’Ü BAHANE ETTİLER’
- Ne olabilir sebebi?
Biz 100 civarında F-35 alacaktık. Bu da bölgedeki hava dengesini büyük ölçüde etkileyecekti.
- S400 bir bahane mi oldu?
Gayet tabii... Komşu ülkeler, Türkiye'nin güçlenmesini isterler mi? Onlar, F-35'lere sahip olan Türkiye Hava Kuvvetleri'nin kendileri açısından dengeyi nasıl bozacağını fark etmiyorlar mı? Yunanistan açısından da, İsrail açısından da böyle. Lobilerin öneminden söz ettik. Acaba F35’lerin Türkiye’ye verilememesi konusunda hiçbir faaliyetleri olmamış mıdır? Türkiye Amerikan patriotlarını almak istedi ama mutabakat sağlanamadı. Biz mi almak istemedik yoksa onlar mı vermek istemedi? Bize S-400'ler nedeniyle yaptırım uyguluyorlar, acaba Hindistan'a da yaptırım uygulanıyor mu?
- Bu iş nasıl çözülmeli?
Biz bunu Meclis Savunma Komisyonu’nda 12 yıl önce tartıştık. Ben, “Türkiye’nin komşularında saldırı silahı varsa bizde de savunma silahı olmalı. Bizim komşularımızda füze saldırı sistemleri var. Onlara karşı bizim milli füze savunma sistemi kurmamız lazım” dedim. O dönem bu yaklaşık 3 milyar dolarlık bir projeydi. Türkiye o zaman bunu yapmadı, yapsaydı belki bu tartışmaların hiçbiri olmayacaktı.
- Erdoğan Suriye ile ilgili “Görüşme irademizi ortaya koyduk, karşı taraftan yanıt bekliyoruz” dedi. Türkiye bir süredir görüşmeye hazır olduğunu söylüyor, sizce Esad yanıt için neyi bekliyor?
“Türkiye'nin beklentileri ne, Suriye'nin beklentileri ne?” Buna bakmak lazım. Alt düzeyde görüşmeler olduğuna dair basında bilgiler çıktı. Bu görüşmeler yeterince olgunluğa kavuştuğunda üst düzeyde toplantı olur. Şu an ortada sadece Suriye'nin istedikleri duyuluyor. “Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygılıyız” diyoruz. Peki Suriye Türkiye'nin toprak bütünlüğüne saygılı mı? Bir süre önce Suriye Dışişleri Bakanı “Hatay bizimdir” dedi. Buna yeterince tepki gösterdik mi? Biz sanki uzlaşma arayan taraf gibi kendimizi gösterirsek veya görünürsek eksik olur. Bizim de beklentilerimizi ortaya koymamız lazım.
- Türkiye ne beklemeli?
Mesela terörle mücadele konusunda Adana Mutabakatı var. Bu hayata geçirilecek mi? Suriye, PYD'nin bir terör örgütü olduğunu Birleşmiş Milletler'e bildirdi ama daha sonra “İsterlerse Suriye ordusuna katılabilirler” gibi açıklamalar yaptılar. Hangisi sizin politikanız? Siz de bizim gibi PYD'yi bir terör örgütü olarak mı kabul ediyorsunuz, yoksa bazı koşullarda onlara sahip çıkmaya mı düşünüyorsunuz?
- Esad Türkiye’deki sığınmacıları da kapsayan genel af çıkardı, Türkiye’den Suriye’ye dönen olur mu, hükümet bu affa dayanarak sığınmacıların dönüşüne yönelik nasıl bir adım atabilir?
Uluslararası uygulamalarda böyle bir af çıktığı zaman, affı çıkaran ülkeden taahhütlerini gerçekleştireceğine dair somut delil istenir. Somut delil yoksa kolay kolay geri gönderilmez. O bakımdan sadece af çıkartmak yetmez. Bu affın resmen gerçekten uygulanacağını da bilmek lazım.
- Statüleri sığınmacı olduğu için göndermek kolay değil mi?
Sığınmacıları gönderirseniz ve onların başına bir iş gelirse o zaman bizden “insan hakları” çerçevesinde bunu sorarlar. Yani sığınmacıları zorla göndermek mi ikna ile göndermek mi daha iyi? Muhtemel sonuçlar dikkate alınmalı. Esas hedefimiz zora başvurmadan sığınmacıları geri gitmeyi arzulamalarını sağlamak olmalı. Bunun için güvenli bölgeler de kurulabilir.
- Güvenli bölgeyi kim kuracak?
Irak’ın kuzeyinden gelenlerin geri gönderilmesi daha önce sağladık. İlgili tüm tarafların geri gönderilme konusunda yardımcı olmaları lazım.
‘DÜNYADA GÖRÜLMEMİŞ BİR OLAY YAŞANDI’
- Yunan sahil güvenlik botu önce Bodrum’a geldi, 2 gün sonra Datça’da bottan inen bir kişi karaya çıktı. Yunanistan’ın bu cesareti nereden geliyor?
Başka ülkenin kıyılarına gideceksiniz orada bir tekneyi alıp götüreceksiniz... Dünyada görülmemiş bir olay yaşandı. Burada orman kanunu mu var, buna nasıl cesaret edebilirler...
- Türk topraklarından görülecek kadar yakın olan ama egemenliği hiçbir ülkede olmayan adalarda Yunanistan yıllardır asker bulunduruyor...
Biz Kardak’ta, “Buyurun, hoş geldiniz” demedik, istediğimizi aldık, başarılı olduk. Biz Kardak mücadelesini boşuna mı yaptık? Lozan’dan sonra bazı adalarla ilgili 1932’de İtalya ile anlaşma imzaladık. Buna göre Meis Adası’nın civarındaki bazı kayalıkların bir bölümünün bize, bir bölümünün Yunanistan’a verilmesini sağlandı ve Bodrum’daki Karaada da Türkiye’ye verildi. Demek ki Lozan’dan sonra da yine Lozan’ın belli hükümlerine göre anlaşmalar yapılabiliyor.
- Buna benzer bir girişim olmadı mı daha sonra?
Yunanlılar, 1955 ile 1963 arası Türkiye’ye, iki ülke arasındaki deniz sınırının çizilmesi için müzakere edilmesi yönünde yazılı ve sözlü girişimlerde bulundular. Yani onların bile iki ülke arasında deniz sınırı olmadığına dair yazılı müracaatları var. Sanıyorum o sırada EOKA terör örgütü faaliyete başladığı için Türkiye buna sıcak bakmadı. Burada başka ülkelerin de tavrını görmek lazım. Kardak krizi başladığı sırada biz diğer ülkelerin ilgili makamlarının haritalarını inceledik. İngiltere’deki haritalarda Kardak Türkiye’de görünüyor. O haritaları karşı tarafa göstermek için aldık. Bir de baktık ki piyasadaki tüm haritalar toplanmış yenisi basılmış, yenisinde Kardak Yunanistan’ın görünüyor.
- Biz Kardak’a çıkarma yaptıktan sonra mı değişiyor?
Evet. Türkiye’nin Kardak mücadelesinden sonra haritalar değişti, Türkiye’de görünen Kardak, yeni haritada Yunanistan’da görüldü. Bu uluslararası toplumun da ne kadar tarafgir davrandığının bir göstergesi. Kendimizi eleştirmeyi severiz ama karşı tarafa da iğneyi batırmak gerek.
‘SONUNA KADAR MÜCADELE’
- O adalar artık Yunanistan’ın mı?
Olur mu... Hukuk bitmez, sonuna kadar mücadele edeceksiniz. Biz Lozan’dan beri bunun mücadelesini veriyoruz. Buna benzer pek çok hukuksuzluk var. Mesela uluslararası anlaşmalara göre bir ülkede, ülkenin kara sularının genişliği neyse üzerindeki hava sahasının genişliği de o kadardır. Daha fazla olamaz. Yunanistan'ın kara suları 6 mil ama “Hava sahamız 10 mil” diyor. Türk uçakları 6 mil ile 10 mil arasında uluslararası hava sahası olması gereken bölgede uçtuğu zaman “Hava sahamızı Türkler ihlal etti”diye dünyayı ayağa kaldırıyorlar. Bu gibi çok konumuz var.
- AKP Hükümeti bu hukuksuz durumlara neden göz yumuyor?
2004’te Ege’deki adaların Yunanistan tarafından işgal edilmesiyle ilgili yazılı soru önergesi verdim. Kaç yıl oldu hala yanıt verecekler. Meclis’te bunları tartışmak lazım. Belli ki sonuç alınamayacak konuları çok fazla gündeme getirmek istemiyorlar.
- Hem Ege’den hem Doğu’daki sınırlarımızdan yansıyan görüntüler, Türkiye için nasıl bir tehdidin habercisi?
Tüm bunlar ulusal güvenlik çıkarları ile ilgili. Meclis komisyonlarında bunlar konuşulmalı. Basında tartışılmalı. Güncel meseleleri Türkiye'nin en önemli konuları gibi görüyoruz ve her gün bunları konuşuyoruz. Ama Türkiye'nin temel çıkarları ile ilgili konuları var. Sınır güvenliği onlardan biri. Sınır güvenliği, ülke güvenliği konuları gündemimizden hiç düşmemeli. Sadece günlük politika ile devlet yürümüyor.
- Dışişleri Bakanlığı, bünyesinde Güvenlik Genel Müdürlüğü kuruldu. Bugüne kadar diplomatların güvenliğini kim sağlıyordu, sizce ihtiyaç var mıydı?
Şimdiye kadar Türkiye olarak diplomatlarımızın güvenliğini sağlamak için elimizden geleni yaptık. Ülkemizin gönderdiği güvenlik görevlilerinin her türlü imkanı, kaynağı vardı. Artı, birçok ülkede o ülkenin güvenlik makamları bizim mensuplarımızı, diplomatlarımızı korumakla görevlidirler. Ayrıca arabalarımızın içinde güvenlik görevlilerimiz vardı. “Bunların hepsi yetersiz, bir de ayrıca güvenlik teşkilatı kuralım” diyorsanız bunun nedenini izah etmeniz gerek. Niye bu ihtiyaç duyuldu anlatılması gerek.
- Dışişleri Bakanlığı’nda meslekten olmayan atamaları nasıl değerlendiriyorsunuz, “monşer” adı verilerek eleştirilen diplomatların yerine gelenler Türkiye’yi nasıl temsil ediyor?
Nasıl ki tıbbın doktorlar tarafından yapılması gerekiyorsa diplomasi de ilke olarak diplomatlar tarafından yapılmalı. Bu insanlar hayatları boyunca bunun eğitimini gördüler, tecrübesini kazandılar. “Testlerden geçmemiş, eğitimlerin hiçbirinden doğru düzgün yararlanmamış bir insan da bunu yapar” derseniz “Diplomatların fazla bir önemi yok, kim olsa diplomatlık yapar” diye anlaşılır.
‘KURULMASI ZOR’
- Arnavutluk’ta Vatikan benzeri bir Bektaşi devleti kurulması planlanıyor. Bunun anlamı nedir?
Anlaşılan bu durum Arnavutluk'ta da tartışılıyor. Çünkü Arnavutluk Anayasası'na buna müsait değil. Arnavutlar bunu ne kadar ciddiye alıyor bilmiyorum ama pek fazla örnek yok dünyada. Bir sonuç vereceğini tahmin etmiyorum. Kurulması zor olmaz.
ONUR ÖYMEN KİMDİR?
1940’ta İstanbul’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde tamamladı. AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. 1964’te Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında bakanlığın Kıbrıs’tan sorumlu şube müdürlüğü görevinde bulundu. 1988’de Kopenhag büyükelçisi, 1990’da Bonn büyükelçisi, 1995’te Dışişleri Bakanlığı müsteşarı, 1997’de NATO daimi temsilcisi olarak görev yaptı. 2002’de İstanbul milletvekili seçildi ve CHP genel başkan yardımcılığı görevine getirildi. Yılın Bürokratı, Yılın Hariciyecisi, Yılın Politikacısı ve Abdi İpekçi Barış ödüllerine değer görüldü.