45 yaşındayım. Hayatım boyunca içgüdülerime, iç sesime ve sevgiyi temel alan bir yaklaşıma bağlı kaldım. Hep paylaşmayı seçtim, bencil bir hayatın ağırlığını ruhuma hiç yakıştıramadım. Doğruyu aramak, adil olmak, kimseyi yargılamadan, anlamaya çalışarak yaşamak hep önceliğim oldu. Ama bir gün, “Ben neden böyleyim?” diye kendime sordum. Kurallara saygılı oluşumu, yasakların toplum düzeni için çoğu zaman gerekliliğine duyduğum inancı düşündüm. Bir ara, acaba komünist miyim diye düşündüm. Fakat sonra fark ettim ki, hayata bakışım bir ideolojiden çok daha derin, köklü ve doğal.
Zamanla anladım ki içimde taşıdığım bu değerlerin kökleri Stoacılık felsefesine dayanıyor. Doğruyu bulmaya çabalamak, doğaya saygı göstermek, her canlının yaşam hakkını savunmak, insanları yargılamadan dinlemek, hatta kendime bile haksızlık etmemek... Bunlar benim doğduğumdan beri içimde olan şeyler. Sanki bir kitap okumuş, bir öğretmenden ders almış gibi değil de, zaten bu felsefeyle doğmuş gibiyim. Yeni bilgiler öğrenmiyorum; hep içimde olanları, bir yerlerde unuttuğum doğruları hatırlıyorum.
Hayat bana sevginin yalnızca bir duygu olmadığını, bir seçim olduğunu öğretti. Paylaştıkça çoğalan, anlam kazanan bir yolculuk bu. Yargılamaktan uzak durmanın, adaletin temeli olduğunu gördüm. Doğaya bakmayı, onun düzenine saygı göstermeyi öğrendim. Gözümün önünde açan bir çiçekten bile ilham aldım. Onun doğallığı ve sabrı, bana insanın kontrol edemediği şeylere direnmek yerine akışa uyum sağlaması gerektiğini gösterdi.
Kendi yolumu çizerken hep sezgilerime güvendim. Sezgilerim, bana Stoacı bir fısıltıyla seslendi hep: "Kendi huzurunu, başkalarının değil, kendi yüreğinde ara." İşte bu yüzden, sadece dış dünyaya değil, içime de adil olmaya çalıştım. Çünkü bilirim ki, insanın kendine adil davranmadığı bir hayat, başkalarına da haksızlıkla dolu olur.
Bugün, etrafımıza baktığımızda ne kadar çok yargılandığımızı, yaftalandığımızı, ya da tam tersi, ne kadar çok yargıladığımızı görebiliriz. Ama belki de durup kendimize sormamız gerek: "Gerçekten karşımızdakini anlamaya çalıştık mı?" Bir yabancının gözyaşında, bir çocuğun korkusunda, bir hayvanın ürkekliğinde ya da bir ağacın sessiz direnişinde kendimizi görmeye cesaret edebilirsek, belki o zaman anlarız. Sevgi ve empati bir lüks değil; hepimizin paylaştığı bir ihtiyaç. Doğa bunu biliyor. Ve ben, onun bana fısıldadığı bir gerçeği sizinle paylaşmak istiyorum: "Başkalarına iyi davranmak, aslında kendimize iyi davranmaktır. Çünkü hepimiz aynı zincirin halkalarıyız."
Bu yol, sadece benim değil, hepimizin yolu olabilir. Birlikte yürümeye cesaret edersek...